Ana Sayfa Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Haber Yorum Spor Yerel Haberler Teknoloji Kim Kimdir?
KPSS Ön Lisans Sonuçları Açıklandı
KPSS Ön Lisans Sonuçları Açıklandı
Dev Derbide Fenerbahçe ve Galatasaray Karşılaşıyor
Dev Derbide Fenerbahçe ve Galatasaray Karşılaşıyor
GÜRZ-15 Operasyonlarında 88 Gözaltı
GÜRZ-15 Operasyonlarında 88 Gözaltı
Üniversitelerde Fakülte ve Enstitü Düzenlemeleri
Üniversitelerde Fakülte ve Enstitü Düzenlemeleri
Türkiye, Avrupa'nın Üçüncü Büyük Otomotiv Üreticisi Konumuna Yükseldi
Türkiye, Avrupa'nın Üçüncü Büyük Otomotiv Üreticisi Konumuna Yükseldi
HABERLER>KÜLTÜR-SANAT
27 Haziran 2009 Cumartesi - 00:38

Mârifetnâme’de “Evrim” Açıklaması

“İslamiyet ve bilim aynı şeyi söylemekte olup, arada yalnız isim farkı vardır.” —Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. (Mârifetnâme)

Mârifetnâme’de “Evrim” Açıklaması

 

Günümüz bilgileri ışığında yeryüzündeki canlıların öyküsünün yaklaşık 4 milyar yıl önce başladığı, insanın da dahil olduğu primat takımının ise yaklaşık 70 milyon yıllık bir geçmişe sahip olduğu kabul edilir. Peki bu canlılar bir anda bu haliyle varolmuş ve milyonlarca yıldır yaratıldığı gibi mi durmaktadırlar, yoksa bir değişim sözkonusu mudur?

Bu yazımızda Tasavvuf ve Bilimin bu konuya getirdikleri bazı açıklamalara yer vereceğiz.

Konuya girmeden önce, günümüzde tartışıldığı şekliyle evrim konusundaki bir yanlış anlamayı belirleyelim. Bir çok yerde olduğu gibi Türkiye’de de nedendir bilinmez Darwin’e atfedilen evrim teorisi aslında Darwin’in söylediklerinden farklıdır. Örneğin Darwin hiçbir zaman “insan maymundan gelmiştir” dememiştir. İnsan ve maymunun tarih sürecindeki gelişimlerine bakılınca, milyonlarca yıl öncesinde yaşamış olan ortak bir atadan geldikleri teorisini ileri sürmüştür. Buna göre, aradan geçen milyonlarca yıllık süreçte bu ortak atanın bazı üyelerinin genlerinde tamamen şansa bağlı olarak bazı değişiklikler ortaya çıkmış ve onları diğerlerinden farklı kılmıştır. Zamanla bu değişikliklere yenileri eklenmiş, ortam şartları nedeniyle ortaya çıkan doğal ayıklanma sürecinin de eklenmesi ile bu değişiklikler bugün bildiğimiz primatların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

İnsan kromozom haritasında yapılan bilimsel incelemeler, 2 numaralı insan kromozomunun aslında iki kromozomun uç uca eklenmesinden meydana gelmiş büyük bir kromozom olduğu gerçeğini gün ışığına çıkarmıştır.

Öyle veya böyle, bugün artık insanların kafasında sorgulanan ve ne derece doğru olduğu anlaşılmaya çalışılan bir evrim olgusu sözkonusu.

Evrim teorisine karşı olanların ileri sürdükleri savlardan biri, maymunların 24 çift farklı kromozom taşıdıkları, insanlarda ise bu rakamın 23 çift yani 46 olduğudur. Eğer ortak atadan geliniyorsa her iki türün de aynı sayıda kromozom taşıması gerekirdi. Aslında bu mantık son derece doğrudur. Ancak insanın maymundan bir eksik kromozom taşıdığı önkabulü doğru değildir. Çünkü insan kromozom haritasında yapılan bilimsel incelemeler, 2 numaralı insan kromozomunun aslında iki kromozomun uç uca eklenmesinden meydana gelmiş büyük bir kromozom olduğu gerçeğini gün ışığına çıkarmıştır.

Yine evrim karşıtı savlardan bir diğeri, canlıların çevre şartlarının değişimine uymak amacıyla değişimlerinin kısa sürede ortaya çıkamayacağı şeklindedir. Oysa bu sav da gerçeği ifade etmekten uzaktır.

Geçtiğimiz 2008 yılının büyük bölümünü geçirdiğim ABD’de, bulunduğum üniversitelerde kendi çalışma konum dışında görüşme fırsatı bulduğum diğer disiplinlerdeki bilim insanlarından evrim konusunu gün ışığına çıkaran bazı gelişmeleri de izleme fırsatım oldu. Örneğin, 1988 yılında Michigan State Üniversitesi araştırmacılarından Richard Lenski’nin, E.coli bakterileri üzerinde başlattığı çalışma bu yönde önemli bulgular içeriyor. Lenski ve arkadaşları, araştırmalarında bakterilerin besi ortamındaki glikoz miktarını çok azaltarak zaman içerisinde bu yeni çevre şartına adapte olup olmayacaklarını belirlemek istemişler. Bakteriler faaliyetlerini sürdürebilmek ve çoğalmak için glikoza gereksinim duyarlar ve uzun yıllar devam eden bu deneyde, yaklaşık 35 bin nesil sonra bakterilerden bir kısmının ortama adapte olmak üzere değiştikleri ortaya çıkmış. Deneyin başında dondurularak buzluklarda bekletilen klonları ile karşılaştırıldıklarında, değişim yaşayan bakterilerin iki kat daha hızlı çoğaldıkları ve ayrıca hücrelerinin iki kat daha büyük hale geldiği belgelenmiştir. Bulgulardan ilginç olan bir diğeri ise değişimin çok yavaş ve uzun zaman içerisinde olmak yerine zaman zaman kümeler halinde ortaya çıkması olmuştur. Yani, değişimin sanki dalgalar halinde geldiği; uzun bir süre hiçbir değişim olmadığı ancak kısa sürede önemli değişiklerin olduğu, bunu yine değişimsiz geçen uzun bir sürenin takip ettiği gözlemlenmiştir. Bir diğer değişle Lenski’nin bulguları Darwin’in “doğal seleksiyon” teorisini doğrulamıştır. Bakteriler, çevre şartlarına uymak üzere değişim yaşamışlardır.

Bernhard Palsson başkanlığında bir diğer araştırma grubu ise E.coli bakterisini glikoz yerine sabun yapımında kullanılan gliserolle beslemeye başlamış; normalde gliserolden çok az faydalanabilen E.coli’nin kontrollü laboratuar şartları altında sadece 44 gün sonra (660 E.coli nesli demektir) gliserolden çok iyi yararlanabilir hale geldiklerini görmüşlerdir. Yine bakteriler çevre şartlarına uyum gösterecek yapısal değişikliği kazanmışlar ve ilk halleri ile karşılaştırdıklarında iki kat daha hızlı büyüyen yeni bakteriler ortaya çıkmıştır.

Bunun gibi örneklerin sayısını artırmak mümkün. Bakterilerin antibiyotiklere karşı nasıl dayanıklı hale geldiklerini çoğumuz duymuşuzdur. Örneğin günümüzde her yıl milyonlarca insanın ölümüne neden olan verem hastalığı etmeni başlangıçta özel antibiyotiklerle öldürülebilmiş fakat aradan geçen sürede bu bakteriler kullanılan ilaçlara karşı dayanıklı hale gelmişlerdir. Bu sebeple, verem tedavisinde karşılaşılan antibiyotik direnci halen en önemli sorundur.

Evrim teorisinin kurucusu Darwin’den (1809-1882) yaklaşık bir asır önce Anadolu’da yaşamış olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (1703-1772), canlı yaşamın tâbi olduğu “evrimi”, Marifetnâme isimli eserinde açık biçimde dile getirmiştir.

Gelelim bu konuya tasavvuf ehlinin bakışına. Evrim teorisinin kurucusu kabul edilen Darwin’den (1809-1882) yaklaşık bir asır önce Anadolu’da yaşamış olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (1703-1772), canlı yaşamda bir “evrim” sözkonusu olduğunu Marifetnâme isimli eserinde şu sözlerle açık biçimde özetlemiştir:

Hak Teala’nın emir ve tesiri ile felekler ve yıldızlar hareket edip, dört unsuru istihale (evrim) ile birbirine karıştırıp yoğurmuşlardır. Böylece, önce madenler, sonra bitkiler, daha sonra hayvanlar meydana gelmiştir. Hayvan kemalini bulduğunda insan zahir olmuştur. Bu bileşik cisimlerin dört mertebesi arasında yani maden, bitki, hayvan ve insan arasında aracı bileşik cisimler de vardır. Madenler ile bitkiler arasında vasıta ve geçit olan mercandır… Bitkiler ile hayvanlar arasında geçit hurma ağacıdır. Çünkü o bitki olmasına rağmen hayvan gibi erkeğine yakın olmadıkça (döllenme olmayıp) neticesi hurma olmaz. Hayvanlar ile insanlar arasında geçit olanların en açığı maymundur. Çünkü bütün organları, kıl ve kuyruğundan başka dışı ve içi insana benzer.  Mercan, hurma ağacı ve maymun gibi maden, bitki, hayvan ve insan arasında geçit olanların varlıklarındaki hikmet, her birinin kendi mertebesi aşağısından son yükseklik derecesine ulaşması, varlıklardaki mertebelerin o silsile yoluyla tertip edilmesi ve insanlık mertebesinde nihayet bulmasıdır. Zamanın devretmesinin tamamlayıcısı ve cihan varlıklarının özü insanın var olmasıdır. Yedi yüksek babanın (felekler) ve dört aşağı ananın (anasır-ı erba’a) ve üç bileşik cisimlerin (mevalid-i selase) neticelerinin özü insan bedenidir. Belki iki cihandan sebep ve gaye, ancak hazret-i insandır…

Bu şerefli vücudun yükselişinin başlangıcı madenler olmuştur. En önce kaygan çamurdur, sonra taş mertebelerine yükselmiştir, sonra kıymetli cevherler mertebesine vasıl olmuştur… o mertebeden de yükselerek tohumsuz biten bitkiler mertebesine varmıştır. Sonra tohum ile biten bitkiler mertebesine, oradan ağaç şeklini alıp hurma ağacına kadar varmıştır. Hurma mertebesinden hayvanların mertebelerine yükselip nice seneler o mertebede ömür sürmüştür. Oradan fiil ve şekil bakımından insana benzeyen yarı insan (nesnas) ve maymun mertebesini bulup daha da yükselerek insan şekline gelmiştir.” (Marifetname, Bedir Yayınevi, s.57-60)

Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin). (15/Hicr:26)

Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) halkettik.

Elleziy ahsene külle şey’in halakahü ve bede’e halkal’ insâni min tıyn. (32/Secde:7)

O herşeyi güzellikle halkedendir ve insanı halketmeye balçıktan (tıyn’den) başlamıştır.

İz kale rabbüke lil melaiketi inni halikum beşeren min tiyn. Fe iza sevveytühu ve nefahtü fihi mir ruhiy fekau lehu sacidin. (38/Sad: 71-72)

Rabbin Melâikeye demişti ki: Ben balçıktan (tıyn’den) bir beşer halkedeceğim. Onu tesviye ettiğim (kıvama erdirip tamamladığımda) ve ona ruhumdan nefheylediğimde derhal ona secdeye kapanın.

Ve iz kale rabbüke lil melaiketi inni cailün fil erdi halifeh, kalu e tec’alü fiha mey yüfsidü fiha ve yesfiküd dima’… (Bakara: 30)

O vakit rabbin melâikeye “Ben Arzda muhakkak bir halife kılacağım” dediğinde, onlar “orada fesat edecek ve kanlar dökecek bir mahlûk mu var kılacaksın?”… dediler.

[Genellikle yaratma diye çevrilen halak kelimesi "form vermek" anlamındadır. Buradaki ceala, "kılmak" manasındadır.]

Mârifetnâme’ye ilaveten birçok diğer eserde de, cansızlardan gelişip bitkiye, bitki düzeyinden hayvan düzeyine ve oradan insana doğru işleyen sürece İslâm alimleri tarafından sürekli değinilmiştir.

Holografik Bakış” isimli kitabımızda yer verdiğimiz üzere, Modern Bilime göre, evrendeki her şeyin ortaya çıkışı, atomaltı düzeydeki “olasılık dalgalarının” ancak gözlemci insan bilinci tarafından, belirli özellikler şeklinde kavranmasıyla gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, içinde yaşadığımız bu âlem, atomaltından bakıldığında “olasılık dalgaları” diye gözlenen, henüz hiçbir şeyin sınırı ve şekli olmadığı o boyutun, tabiri caizse, “şuur dediğimiz kodla sistemleşmesi” ve “çeşitli suretlere bürünmesi” şeklinde oluşmaktadır. Tasavvuf terimleriyle ifade edersek; varlık, varoluşu itibariyle, tümüyle özündeki o “ilmi kodla” belirlenmiş ölçü ve düzene (tertip ve nizama) tabidir ki, âlemlerdeki her zerre, varoluşuyla onun hükmü altındadır! Yaşam, bu sistemin işleyişini oluşturan, “evrenin geni” diyebileceğimiz o şuursal kod –“levh-i mahfuz” tabiriyle işaret edilen yaşamın orijinal yapısı– ile sabittir . Bir başka ifadeyle, evrendeki her oluşum yaratılmadan evvel Allah ilmindeki “hüküm ve takdir” boyutunda yazılıdır.

“Evrim” denen değişim, birimlerin varoluş nedenini yani kendilerini “gerçekleştirmeleri” sürecidir.

Evrimi inkâr etmenin, “canlı yaşamında değişim sözkonusu değildir, herşey bir anda bu haliyle varolmuştur ve tüm canlılar milyonlarca yıldır yaratıldığı gibi durmaktadır” türünden bir kanaati savunmaktan öteye gidemeyeceği açıktır. Oysa, Tasavvuf ve Modern Bilim verileri ışığında değerlendirdiğimizde görürüz ki, bugün evrim sonucunda kazanılmış özellikler olarak gördüklerimiz, yukarıda değindiğimiz esas üzere, canlıların ezelinde (boyutsal derinliğinde) takdir edilmiş bir gayedir ve “evrim” denen değişim, birimlerin varoluş nedenini yani “kendilerini gerçekleştirmeleri” sürecidir. Zira canlıların her zerresinde, kendi varoluşlarını sağlayan yapısal ilim ve potansiyel kudret (bilinç ve enerji) mevcuttur ve evrim, orijinal tasarımın (çok uzun sürelerde) realizasyonu olarak anlaşılmalıdır. Bunun en açık örneklerinden birisi, uygun koşullar altında, değişim için gerekli potansiyeli zaten başlangıçtaki yapısında barındıran bir yumurtanın, sonuçta dünyaya gelecek olan yeni canlıyı oluşturmak üzere çeşitli aşamalar geçirerek kendini gerçekleştirmesidir.

Ancak “evrim”, Modern Bilim öncesinde ateistlerin dayandırdığı gibi tamamen “şansa bağlı olarak gelişen değişiklikler süreci” şeklinde olmayıp, atomaltı düzeyde tümü birbiriyle ilintili olan birimlerin, varoluş nedenleri istikametinde ortaya çıkışları esasına dayanmaktadır. Darwin’den önce, 1809′da yayınladığı Zoolojik Felsefe isimli kitabında Lamarck’ın öngörüleri de bu yöndedir. Zira Darwin, evrimin tamamen çevresel koşullardan kaynaklandığını ve doğal seleksiyonla oluştuğunu iddia ederken, Lamarck, değişimin, türlerin tabiatında var olan evrimleşme özelliğinden kaynaklandığını öne sürmüştür.

Eğer Tasavvuf öğretisinin günümüz kavramlarıyla dile gelişi olan Modern Bilimde vurgulanan “evrensel bütünlük” gerçeğinin idrakiyle değerlendirirsek, içsel ve dışsal faktörler ayrımının geçersizliğini ve değişimin, iç ve dış tanımlamaları ile bölünmeyen, evrensel tek bir güçten kaynaklandığını da görürüz. İsterseniz siz bu gerçeği “herşey Allah’ın kudretiyle olmaktadır” diye ifade edin, değişmez. Bu gücün kendinden ortaya konan (tecelli eden) özelliklerinin seyri (kavranması) ise, algılamanın kapasitesinden doğan değişik “zaman” varsayımları beraberinde söz konusu olur.

… kulle yevmin huve fi şe’n (55/Rahman: 29). O her an yeni bir oluştadır.

… yahlûku ma yeşa (42/Şura: 49). Dilediğini halkeder.

Tasavvuf öğretisinin günümüz kavramlarıyla dile gelişi olan Modern Bilimde vurgulanan “evrensel bütünlük” gerçeğinin idrakiyle bakıp herşeyin birbiriyle ilintili oluşunu hesaba katarsak, içsel ve dışsal faktörler ayrımının geçersizliğini ve değişimin, iç ve dış tanımlamaları ile bölünmeyen evrensel tek bir güçten kaynaklandığını görürüz.

Aslında, karakterlerini genetik materyalin kodladığı canlıların dünyaya gelişlerine bakmak bile evrim olayının gerçekliği hakkında yeterli bir gözlemdir. Canlıların zamanla değişimini –ki bununla milyonlarca yılı kastediyoruz– kabul etmeyenler ile evrimi kabul edenler arasındaki fark, insanların yaşamlarına bebek olarak başladıklarına inanmakla, sperm ve yumurtanın birleşmesiyle oluşan tek hücre olarak başladıklarına inanmak arasındaki farka benzer. Modern bilimden önce, spermin içinde mikroskobik büyüklükte bir insancık olduğuna ve bu küçük insanın ana rahmine girdikten sonra beslenerek değişmeden sadece büyüdüğüne inanılıyordu. Ama bugün, ne spermle ne de yumurta hücresi ile taşınan böyle bir mikro canlının olmadığını biliyoruz. Dahası, eğer bir insanın, bir maymunun, bir farenin, bir tavşanın veya bir kuşun yaşamlarının başlangıcından itibaren gelişimlerine bakarsanız, ilk gelişim dönemlerinde bunları birbirlerinden ayırt etmenin imkânsız olduğunu görürsünüz.

Doğanın işleyişinde değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir. Yaşamda her oluşum belirli bir sürecin neticesidir. Sünnetullah diye bildirilmiş olan işleyiş disiplini bugün nasıl operasyonel ise her anda aynı şekilde işler. Değişim, Sünnetullaha rağmen değil, Sünnetullahın gereği olarak gerçekleşir.

Tasavvuf ehlinin basiretle farkettiği evrim, 19. yüzyıl biliminde bir teori olarak başlamış ve şimdiye dek elde edilen bilimsel veriler öngörülenleri doğrular nitelikte olmuştur. Gelişmelere bakıldığında zaman içerisinde onu inkâr etmenin gittikçe zorlaşacağı açıktır.

İslamiyet ve bilimin aynı şeyi söylemekte olduğu ve arada yalnız isim farkı olduğunu vurgulayan İbrahim Hakkı Hazretleri, aynı eserinde insanın oluşumunu açıkladığı bölümün sonunda, günümüzden iki asır önce, bilim adamlarının, bilimin ve deneylerin meydana çıkardığı gerçekler olan sözlerine itiraz edilmesinin doğru olmadığı uyarısını da şu sözlerle yapmıştır:

Sözkonusu işleri çürütmek için tartışmayı dinin gereği zanneden kimse, dini zayıflatmış, değersizleştirmiş ve dine karşı cinayet işlemiş olur. Zira zikredilen olayların gerçekten olduğunu ölçüm ve hesap kanıtları gösterir. Buna muttali olup doğrulamasını yapabilen ve sebebini, zamanını, miktarını ve süresini bildiren kimseye, bunun dine aykırı olduğu söylenecek olursa, o kişi yakin üzere olduğu sonuçtan şüphe etmez, fakat belki dinden kuşkuya düşerek, “akla aykırı din nasıl olur?” diye sormağa başlar. Dine yolu yordamıyla eleştiri getirenlerin verdiği zarara göre, dine yanlış biçimde yardımcı olanların verdiği zarar daha çoktur.

Sözümüze, varlık dairesi denen ıslah (evrim) sürecinin, marifet kemaline erip küllî akla kavuşarak tamamlandığına işaret eden Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin, insana kendi gerçeğini gösteren bir beyti ile son verelim:

İki alem senin kabuğundur, sen ancak alemin özüsün,
Seninle hay’dır eşya; kendini bil, ruh-u azamsın.

 

Ahmed BAKİ

 
Jackson'ı ilaçlar mı öldürdü?
 
Erdoğan’ın dış ekonomi danışmanı
YORUMLAR
Toplam 5 yorum var, 5 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
14 Aralık 2009 Pazartesi 22:11

kısaca 1- evrim teorisi bize doğada güçlü olmamız gerektiğini ve böylece hayatta kalabileceğimizi öğretir. kişişel gelişimimizi ona göre tamamlamalıyız yoksa yok oluruz. 2- yaratılış ise bize tabiyatta uyum ve denge ile hareket etmemiz gerektiğini öğretir. böylece insan olmanin manasını anlamış oluruz.

Yorumu oyla      0      0  
14 Aralık 2009 Pazartesi 22:10

yaratılış ise bir teori değil salt bir gerçekliktir. zira her an çevremize gördüğümüz hersey mükemmeldir. en basit bir şey bile kopleks derecede mükemmelliklerle örülmüştür. hiç bir şey eksik yada fazla düşünülemez. herhangi bir bilim kitabını alıp baktıgımizda hayretle inceleriz. ne zıtlık ne de bir terslik vardir. kaos değil bir bütünlük vardır. kavga değil bir uyum vardır. herşeyi yaratan tek bir irade vardır. irdenin olmadığı bir evrende ise kaos meydana gelir.

Yorumu oyla      0      0  
14 Aralık 2009 Pazartesi 22:09

evrm teororisi ve pisikolojik kaos: evrim teorisi. adından da anlaşılacağı üzere bir teoridir. yani milyonlarca yıl önce gercekleşmiş bir takım olayları derleyip bir takım bulguları birleştirip yazılmış bir hipotezdir. evrim, varlığı rastlantısal mutasyonlardan oluştuğunu idia eder. doğa güçlü olanı sever ve zayıflarsa yok olmaya mahkumdur. aslında hıçbir şey mükemmel değildir. aslında devamli bir dönüşüm ve kaos vardır.

Yorumu oyla      0      0  
İsa CAN 29 Haziran 2009 Pazartesi 10:26

evrim teorisini darwinden 1 asır önce marifetnamede erzurumu ismail hakkı danda önce mevlana 1300 lü yıllarda çok geniş şekilde açıklamış ondanda 300 yıl öncesinde ilk kez ünlü filozof , müslüman ,farslı, ibni miskeveyh, 1060 (ölüm) çok ayrıntılı bir biçimde açıklamaktadır.

Yorumu oyla      0      0  
MISAFİR 28 Haziran 2009 Pazar 15:56

Bu yazıyı Harun Yahya duymasın. selam ve dua ile

Yorumu oyla      0      0  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Ahmed Hulusi'nin Hamburg Kongeransı
Seyre girdik... Seyredebildiğimizce... Paylaşmaya çalıştık, dilimiz döndüğünce...
Ahşap heykellere çocuk ilgisi
Sakarya Caddesi’nde vatandaşlarla el ele devam eden ahşap heykel sempozyumu ...
Sancar ve Matur bugün Felsefe Konferansı’nda
Ankara Barosu’nun düzenlediği felsefe konferansları devam ediyor. Bu yılın ...
 
İslam Düşünürü Hulusi: Beyin ve Dua'yı anlatıyor...
Herşey insanın özündedir... Önemli olan öze dönebilmektir.
Daha çıkmadan 'yok' sattı
"Japonya'nın Nobel'e en yakın yazarı" olarak tanımlanan gizemli yazar ...
115 ülkenin Türkçesi Başkent’te buluştu
Uluslararası Türkçe Öğretimi Derneğince düzenlenen "7. Uluslararası Türkçe ...
 
Yalın Ankara'lı Sevenleriyle Buluşacak
Türk Pop Müziğinin Yıldızı Yalın, Mayıs Ayında Merakla Beklenen 4'üncü ...
DİYANET'TEN YOGA UYARISI
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu son dönemlerde Türkiye'de de popüler ...
Sanatçılar Anıtkabir'e çıkıyor
Onlarca sanatçı, "Atatürk'e Teşekkür Yürüyüşü" gerçekleştirecek
 
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ANKET
Türkiye'nin aktif dış politikasını nasıl buluyorsunuz?

Doğru Buluyorum
Yanlış Buluyorum
Fikrim Yok

Sonuçları göster Anket arşivi
ARŞİV
Ana Sayfa Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Haber Yorum Spor
KünyeKünye FacebookFacebook TwitterTwitter Günün HaberleriGünün Haberleri