Ana Sayfa Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Haber Yorum Spor Yerel Haberler Teknoloji Kim Kimdir?
KPSS Ön Lisans Sonuçları Açıklandı
KPSS Ön Lisans Sonuçları Açıklandı
Dev Derbide Fenerbahçe ve Galatasaray Karşılaşıyor
Dev Derbide Fenerbahçe ve Galatasaray Karşılaşıyor
GÜRZ-15 Operasyonlarında 88 Gözaltı
GÜRZ-15 Operasyonlarında 88 Gözaltı
Üniversitelerde Fakülte ve Enstitü Düzenlemeleri
Üniversitelerde Fakülte ve Enstitü Düzenlemeleri
Türkiye, Avrupa'nın Üçüncü Büyük Otomotiv Üreticisi Konumuna Yükseldi
Türkiye, Avrupa'nın Üçüncü Büyük Otomotiv Üreticisi Konumuna Yükseldi
HABERLER>KÜLTÜR-SANAT
28 Haziran 2009 Pazar - 00:34

Beyin Dalgalarının Gizemi

Bütün dünyanın “Secret” (Sır) yasasını konuştuğu son günlerde “titreşim” kelimesi günlük yaşamımızda çok fazla yer almaya başladı. “Çekim yasası var mı, yok mu?” tartışmasını bir tarafa bırakıp, evrendeki her şeyin titreşerek bir arada duran parçacıklardan oluştuğu gerçeğini kabul etmeye sanırım kimsenin itirazı olamaz.

Beyin Dalgalarının Gizemi

İnanan ya da inanmayan herkesin bir arada yaşadığı bu evren, sayılamaz titreşimlerle bir şeyleri bir şeylere çekiyor ya da itiyor! Galiba tartışılması gereken çekim yasası değil, titreşim yasası… Katı ve cansız cisimlerde maddenin özelliklerini de belirleyen titreşim, canlı organizmaların tümünde çok daha karmaşık ve çoğunlukla da gizemli pek çok şeyin sebebidir. Özellikle İnsan beyninin üzerindeki çalışmalarda keşfedilmesi gereken gerçek “secret”lar hala sayılamayacak kadar çok.

Beyin titreşimlerinin tespiti ilk defa Richard Caton tarafından 1875 yılında yapıldı. Bugüne kadar geçen yüz otuz yıla rağmen bu konuda hala sırlarını çözemediğimiz beyin, değişik dalga boylarında titreşiyor. Taşıdığımız bir sürü duygunun ve ruh halimizin beynimizde titreşimsel bir karşılığı olduğunu öğrenmek ise yıllarımızı aldı.

“Ona aşık oldum galiba, gördüğümde her yerim tir tir titriyor; o kadar sinirlendim ki onu parçalamak istedim; duyduklarım beni o kadar rahatlattı ki bir denizde yüzüyor gibiydim; öğrendiğim bu bilgi kafamda pek çok soru oluşturdu; karşıma çıkacak sonuçtan o kadar korkuyorum ki kalbim yerinden çıkacak…”

Yukarıdaki cümlelerin içinde saklı duyguların her birinde beynimiz, ayrı dalga boyunda frekanslarda titreşimler yayıyor. İsimlendirilen her dalga boyunun salınımı, duygu değişimleri sırasında frekansını değiştiriyor.

Beyin dört ana dalga boyunda titreşiyor

Alpha -Tetha-  Beta- Delta adlı dört ana dalganın hangisinde hangi duyguda ve durumda olduğumuz artık rahatlıkla tespit edilebiliyor.

ALPHA:

7.5 – 12 Hz arasında değişen alpha dalgaları; rahatlığın, farkındalığın, sakin ve huzurlu kavrayışın, uykunun ilk evrelerinin dalgaları olarak tanımlanıyor. Sakin ve huzurlu olunan ama asla uyuşukluk yaşanmayan, dünyayı ve gerçekleri algılamada en uygun titreşimlerin olduğu bu dalga boyu, dünyamızın da ölçülen frekansıyla aynı. Dünyanın manyetik frekansına “Shumann” frekansı deniyor ve 7,8 ile 8 arasında tanımlanıyor. (Fakat son yıllarda bilim adamları Shumann frekansının epeyce yükseldiğini ifade ediyor.)

Gözler kapanıp derin nefes alındığında ve dış dünyadan alınan mental etkiler azaldığında Alpha boyutuna geçiyoruz. Alpha dalgalarındayken yaptığımız işlerde başarımız artıyor. Derin uyku ya da endişe ve korku halinde bu dalga hiç görülmüyor. Meditasyon, Yoga, Reiki gibi çalışmalar esnasında beynimiz Alpha boyutundadır. Zihin açık ve uykunun derinliğine dalmadan önceki geçiş koridorunda hissettiğimiz o duyguların yaşattığı huzur, ilginç bir şekilde dünyanın titreşimiyle aynı dalga boyunda.

TETHA:

Frekansları 4 ile 8 arasında değişiyor ve stresin hiç olmadığı, derin iç dünyamızda olduğumuz dalga boyu olarak tanımlanıyor. Öğrenmenin en yüksek boyutuna geçmeden önce bu dalgada yaşıyoruz ve derin uykudan uyanırken açılan algılarımızın yaşattığı bir durumu temsil ediyor. Alacakaranlık boyutu ismi de kullanılıyor bu dalga boyu için.  Yani aydınlanmadan önceki karanlık…

Çok usta meditasyoncuların derin meditasyon halindeyken bu dalga boyunda olduğu tespit edilmiş. Derin düşünüş ve sezgisel kuvvetin en canlandığı bu frekansta sanatsal yeteneklerin zirveye çıktığı düşünülüyor. Özellikle ressam ve müzisyenlerin sanatsal üretimleri esnasında beyinlerinde Tetha boyutunun en yüksek, Alpha frekansının en düşük seviyede olduğu biliniyor. ( yani 7 ile 8 arası)  Onların kendi içe dönüşlerinden bize hediyelerle geri dönmeleri ne güzel…

Yapılan bazı araştırmalara göre şifacıların Tetha bandında uzun süreli ve kontrollü olarak kalmayı başarmaları nedeniyle şifa yeteneklerinin geliştiği ortaya çıkmış.

BETA:

13- 30 Hz arasında olduğu biliniyor ve uyanış frekansı olarak tanımlanıyor. Aktif öğrenme, uyanık olma, her şeyiyle hayatı yaşama, dinamizm, konsantrasyon, problem çözme hallerimizde içinde bulunduğumuz dalga boyu olduğu için yaşamı temsil ediyor. Çok yükseldiğinde stres, gerginlik, öfke gibi negatif uç duygulara varabiliyor.

DELTA:

0 – 4 frekansında bulunan dalga boyudur ve derin uyku ve dış dünyadan kopuş boyutudur. Bilinçsiz bir huzur halini yansıtır. Beynin en az çalıştığı döneme aittir ve bu dönemde büyüme hormonu salgısı artar.  Çocuklarda fiziksel büyümeyi, yetişkinlerde ise güzelleşmeyi ve dinç kalmayı sağlar.

Bu dört ana dalga boyunun dışında son yıllarda tespiti yapılan Gama frekansı, 40 Hz’in üzerinde tanımlanıyor. Üst benlik bağlantı çalışmaları sırasında üretildiği ve Hindu Monkların meditasyonları sırasında ölçümlendiği biliniyor. (Hinduizmde kendini mabede adamış kişilere Monk denir.)

Beyin dalgaları kontrol edilip değiştirilebilir mi?

Beyin dalgaları, duygu ve ruh durumuna göre kendiliğinden değişirmiş gibi görünse de o titreşimleri bilinçli ve istediğimiz yönde kontrol edip değiştirebileceğimiz ve kendimizi istediğimiz duygu frekansına çekmeyi başarabileceğimiz gibi bir gerçek de mevcut.  Bunu nasıl yapabileceğimiz aslında yine kendi titreşimlerimizin içinde saklı bir bilgi. Sadece o frekansı duyabilmeyi ve ayırt etmeyi başaracak bilime ve bilgeliğe ulaşmanın zamanını kendimizde yakalayabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Çoğu zaman farklı Hz’lerde pek çok titreşimin içinde kayboluyoruz. Özellikle de 30 Hz civarında dolaşıyor tüm dünya. Yani şiddet, savaş, bencillik ve paylaşımsızlık frekansında…

Günlük hayatımızda genellikle küçücük şeylere takılıp, öfkeleniyor, hırslanıyor, kıskanıyor, geriliyor, üzülüyoruz. Sevgi- sadakat- şefkat- minnet- huzur-neşe gibi duygulara az kulak veriyoruz nedense…

Düşüncelerimizin bütün bu çeşitliliğine göre beynimizden ve hücrelerimizden değişik frekanslarda yayılan titreşimlerle tüm vücudumuzun etrafında bir enerji alanı oluşuyor. Bu enerji alanı anlık değişimlerle, ruh ve vücut sağlımızı yansıtıyor gözle görünmese de. Son yıllarda alternatif tıp alanı altında kabul edilen enerji dengeleme yöntemlerini kullanarak tedavi sağlama tekniklerinin sayısı epeyce arttı ve gitgide bilimsel olarak desteklenmeye başlandı.

Tedaviye yardımcı olduğu iddia edilen meditasyon ve Reiki, NLP çalışmaları artık bilimsel tedavilerin yanında yardımcı olarak yer almaya başladı.

Amerika’da pek çok hastanede bu konuda ciddi ve resmi uygulamalar yapılıyor, kemoterapi birimlerinin yanı başında Reiki uzmanlarının da bölümleri açıldı, hemşireler ve doktorlar hızla Reiki öğreniyorlar.

Türkiye bu tür çalışmalarda biraz tutucu tavır sergilese de beyin dalgalarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesi için Reiki ve meditasyondan daha bilimsel bir yöntem olan Neurofeedback yöntemini kullanarak stres, down sendromu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, otizm, kişilik bozuklukları gibi hastalıkları tedavi etmeye çalışan merkezler ve hastaneler açılmaya başlandı.

Meditasyon, Yoga, Reiki, Neurofeedback adı ne olursa olsun bütün bu yöntem ve tekniklerin peşinde olduğu tek bir amaç var:

Beyin dalgalarını istenilen frekansa çekebilmek ve uygun dalga boyunun titreşimsel ışınımını yakalayarak DNA üzerinde pozitif değişiklik yaratabilmek…

Işık ve titreşim DNA üzerinde değişiklik yaratabilir mi?

Her organımızı ve beynimizi de oluşturan en küçük özgün birim olan hücrenin 1980 li yıllarda bilim adamlarının yaptığı çalışmalarla foton yaydığı tespit edilmiş. Hücre fotonunun frekansı ölçülmeye başlandığında ise yan yana gelen iki ayrı hücrenin aynı frekansa girdiği ölçülmüş. Yani iki ayrı enerji birbirinden etkileşiyor ve ya iterek ya çekerek birbirlerini değiştiriyorlar.

Kuantum biyologu olan Dr. Vladimir Poponin tarafından yapılan basit mantıklı ama derin bir deneyde önce bir kabın içi boşaltılıyor. Kabın içinde bir vakum yaratılıp içine fotonlar bırakılıyor. Fotonların kabın içinde rast gele bir şekilde dağıldıkları görünüyor ve sonra kabın içine DNA’lar bırakılıyor. Kabın içindeki fotonların DNA’ların dönüşüne göre uyum göstererek düzenli ve sürekli döndükleri tespit ediliyor. Bir sonraki aşamada DNA’lar çıkarılıyor ve fotonlar tekrar izleniyor. Beklenen sonuç Fotonların yine rast gele dağınık olmaları iken DNA’ların ritim ve düzeniyle döndükleri görülüyor. Işık parçacıklarının neye bağlı olarak sistemli dönmeye devam ettiklerinin cevabı bulunamıyor.

Barışın ve Duanın Gücünün Bilimi” kitabının yazarı Gregg Braden buna benzer deneyleri de anlattığı kitabında bizim henüz tamamen algılamadığımız bir enerji alanının ve ağının tüm evrende mevcut olduğunu ve DNA’nın fotonlarla bu ağ ile iletişim kurduğunu kabul etmemiz gerektiğini söylüyor.

Başka bir deneyde epeyce sayıda deneğe plasenta DNA’ları taşıyan deney şişeleri veriliyor.  DNA şişelerinin her biri için aslında her biri uzman olan deneklerden belli bir duygu üretmeleri ve hissetmeleri isteniyor. Her şişe için ayrı bir duygu ve bir denek kullanılıyor. Sonuçta DNA’ların iyi duygularda açılıp gevşediği ve kötü duygularda büzüşüp kapandığı görülüyor. HIV virüsü taşıyan deneklerin DNA’larında bu deney tekrarlandığında minnettarlık-sevgi-takdir-neşe taşıyan duygu titreşimlerinin DNA’yı önceden ölçülen dirence göre yüz binlerce kat daha dirençli hale geldiği tespit ediliyor.

Braden’e göre pozitif duygular ve sevgi içinde olmayı başarabilen insan kendi DNA’sını değiştirebiliyor ve bunu yapabilmesinin sebebi olarak da tüm her şeyi kapsayan bir enerji ağının mevcut olduğunu söylüyor.

Bizler kendi titreşimlerimizi etkileyebildiğimiz gibi bu yaratılış ağını da etkileyebiliyoruz. Karşılıklı bu titreşimlerin itme ya da çekme derecelerini henüz sayısal olarak isimlendirip ölçemiyorsak da, gelecek zamanlarda bilimin titreşim ve kuantum alanındaki çalışmaları arttıkça sorular cevaplarını bulacak.

Dün, bugün ve yarından fazla boyutu olan zaman, soruların cevaplarını “ŞİMDİ” de saklasa da biz henüz uzanıp alacak frekansla titreşemiyoruz. Evrensel titreşimden payımıza düşen frekanslarda hissettiklerimizle yaşadığımız kendi dünyamız, reel ya da sanal olduğunu aslında bilmediğimiz gizemli bir rüya sanki…

 

 

 

 

Kaynak : İndigo Dergisi - Nesrin Dabağlar

 
9 general adayına Ergenekon sorgusu
 
Dr.Deepak Chopra İle Yaptığı Özel Bir Röportaj
YORUMLAR
Toplam 2 yorum var, 2 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Mehmet Albayrak 17 Kasım 2009 Salı 15:03

Etkileyici bir konu, bunlar hakkında fikir sahibi olmak bizleri düşündürmüyor değil, saygılar

Yorumu oyla      0      0  
Mürsel Münevveroğlu 4 Temmuz 2009 Cumartesi 09:44

Süper bir bilimsel makale, ancak içinden bir gerçek, şu net bilgiyi de haykırıyor ki; bu makale İslamı bilmeyen bir kişi tarafından yazılmış. Keşke, İslamı bilseydi yoga.. vb. yerne; namaz, ouç, yardımlaşma.. gibi İslami değerleri deneyerek sonuçları bulsaydı. Çıkan sonuçlar karşısında hem kendi şok olaydı, hem de okuyan bizleri şok edecek sonuçları açıklayabilseydi. Veya bir İslam alimi bu konulara yönelse de,ilimin bu kadar ilerleyebildiği bir ortamda; İslamı, bilimin süzgecinden geçirerek b

Yorumu oyla      0      0  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
İstanbul'un Fethi'nin müthis serencamı
"Konstantiniyye birgün mutlaka fetholunacaktır. Ne büyüktür o asker, ne büyüktür o kumandan"
Hayallerimiz Bilincimizin Bir Uzantısı Mı?
Hepimiz hayal kurarız. Peki, neden hayal kurarız? Olmasını istediğimiz, ...
Mârifetnâme’de “Evrim” Açıklaması
“İslamiyet ve bilim aynı şeyi söylemekte olup, arada yalnız isim farkı ...
 
Ahmed Hulusi'nin Hamburg Kongeransı
Seyre girdik... Seyredebildiğimizce... Paylaşmaya çalıştık, dilimiz döndüğünce...
Ahşap heykellere çocuk ilgisi
Sakarya Caddesi’nde vatandaşlarla el ele devam eden ahşap heykel sempozyumu ...
Sancar ve Matur bugün Felsefe Konferansı’nda
Ankara Barosu’nun düzenlediği felsefe konferansları devam ediyor. Bu yılın ...
 
İslam Düşünürü Hulusi: Beyin ve Dua'yı anlatıyor...
Herşey insanın özündedir... Önemli olan öze dönebilmektir.
Daha çıkmadan 'yok' sattı
"Japonya'nın Nobel'e en yakın yazarı" olarak tanımlanan gizemli yazar ...
115 ülkenin Türkçesi Başkent’te buluştu
Uluslararası Türkçe Öğretimi Derneğince düzenlenen "7. Uluslararası Türkçe ...
 
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ANKET
Türkiye'nin aktif dış politikasını nasıl buluyorsunuz?

Doğru Buluyorum
Yanlış Buluyorum
Fikrim Yok

Sonuçları göster Anket arşivi
ARŞİV
Ana Sayfa Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Haber Yorum Spor
KünyeKünye FacebookFacebook TwitterTwitter Günün HaberleriGünün Haberleri