Ana Sayfa Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Haber Yorum Spor Yerel Haberler Teknoloji Kim Kimdir?
2035'te Geri Dönüşüm Oranı %60 Olacak
2035'te Geri Dönüşüm Oranı %60 Olacak
2024 Yılının Kelimesi: Kalabalık Yalnızlık
2024 Yılının Kelimesi: Kalabalık Yalnızlık
İŞKUR ve SYDV İşbirliğiyle 19 Bin Kişi İşe Yerleştirildi
İŞKUR ve SYDV İşbirliğiyle 19 Bin Kişi İşe Yerleştirildi
2025’te Tapu İşlemleri İçin Eski Kimlikler Kullanılamayacak
2025’te Tapu İşlemleri İçin Eski Kimlikler Kullanılamayacak
Sahte Alkol Operasyonunda 10 Bin 600 Litre Ele Geçirildi
Sahte Alkol Operasyonunda 10 Bin 600 Litre Ele Geçirildi
HABERLER>GÜNDEM
24 Ağustos 2009 Pazartesi - 03:04

Hülya Avşar: Biz Anadolu’yuz

Annesi Türk babası Kürt olan Hülya Avşar soruyor: Buyrun çözelim, ben kimim

Hülya Avşar: Biz Anadolu’yuz

Hülya Avşar kendisini melez olarak görüyor. Bu durumu da şöyle anlatıyor:?“Anne tarafımda Giritlilik var, Yörüklük var. Baba tarafım çok asırlar önce Kayseri Pınarbaşı’ndan göçen bir Türkmen aşireti...”

Babasının ailesi göç ettikleri yerde Kürtlerle karışmış sonunda da iyice Kürtleşmişler. Avşar, “Yani böyle karman çorman bir aileyiz biz.?Daha doğrusu tam bir Anadolu’yuz. Ve bu da benim çok hoşuma gidiyor” diyor...

Dört yıl önce Erbil’de bir akşam yemeği sonrası kahve sohbetindeydik. Karşımızda Mesud Barzani’nin kardeşlerinden Sedat Barzani, onun yanında da Dış İlişkiler Sorumlusu Sefin Dizai vardı. Bir nezaket sohbetiydi, ama arada ABD-Irak-Türkiye de konuşuyorduk. Her nasıl olduysa o konuşmada birden “sizin taraf”, “bizim taraf” kelimeleri fazla geçmeye başladı ve biz kardeş Barzani’yle çok hafif de olsa gerildik. Durumu fark eden Dizai hemen söze girdi:
- Bizim kız nasıl?
- Bizim kız?..
- Hülya Avşar tabii ki... İyi bakıyor musunuz? Eşi onu üzüyor mu?

Tabii birden hava dağıldı, hep beraber gülümsedik. “Bizim” dediği kız, aynı zamanda “bizim” de kızdı çünkü ve Türkiye’de Kürtlerle Türklerin “biz” olmasına ilişkin en sıcak örneklerden biriydi. O kadar ki, işte Iraklı bir Kürt siyasetçi bile o “biz”in içinde kendine bir yer buluyordu.

Bu hikâye, buradan kilometrelerce ötede aklımızın bir köşesine yazıldığından beri Hülya Avşar’la Kürtleri konuşmaya niyetliydik; ama kısmet demokratik açılımaymış.

Doğrusu önce ikna etmesi çok kolay olmadı Avşar’ı. Hem bir açılım furyasına takılıp gidiyor görünmekten hem de bu kadar önemli bir meselenin içini tam dolduramamaktan çekiniyordu.

Biz ise açılımı ikinci plana atıp, ondan öncelikle kendisini anlatmasını istiyorduk. Kimin taraf-kimin muhatap olacağının, kimlerin hesaba katılıp-kimlerin katılmayacağının karıştığı bir ortamda, bu ülkenin annesi Türk-babası Kürt (veya tersi) milyonlarca çocuğundan biri ve tabii sonuçta bir Hülya Avşar olarak neler anlatacağını merak ediyorduk.

Avşar, geçen salı günü Ali Eyüboğlu’nun da yardımıyla önerimizi kabul etti. Ve iyi ki de etti. Karşımıza tam tahmin ettiğimiz gibi bu kocaman meselenin bütün küçük hikâyelerini barındıran bir Türk-Kürt ailesi çıktı. Şimdi kim hangi açılımı yapmaya ya da kim hangi açılıma karşı çıkmaya kendini yetkili görüyorsa zemini tutan bu on binlerce aileyi de hesaba katsın deriz. İşte onlardan Türk Emral Bozkır’la Kürt Celâl Avşar’ın ailesi ve ailenin büyük kızı olarak Hülya Avşar’ın izlenimleri:

Şark çıbanıyla tanışma

Türk mü Kürt mü olduğunuzu ilk ne zaman fark etmeye başladınız?


11-12 yaşlarındaydım. Ankara-Özveren sokaktaki evimizde... Aynada birden yüzümdeki şark çıbanı dikkatimi çekti. Gidip hemen anneme sordum, “Küçükken su çiçeği oldum da, bu onun mu yarası anne?” Annem dedi ki, “Hayır, onun adı şark çıbanı.” “Ne demek şark çıbanı?” dedim. Şimdi tam hatırlamıyorum, ama bir tür sinek gibi bir şey dedi; o yörede yaşayan çoğu insanda bu şark çıbanı olurmuş.

O yöre?

Kars-Ardahan; daha doğrusu Hasköy. Ben altı aylıkken annemle babam bir süre babamın memleketinde yaşamışlar ve şark çıbanı da gelip bir şekilde beni orada bulmuş. Bu hikâyeyi dinledikten sonra “o yöre” yavaş yavaş benim merakımı cezbetmeye başladı. Anlatılan her hikâyede “orası” benim daha fazla dikkatimi çekiyordu. Sonunda artık soruşturur olmuştum. Niye dedemin adı Apo; babaannemin Daduk? Niye babaannem beni hep Malakan (Sarışın) diye çağırıyor? Kardeşimin adı Leyla, ama niye Mışki de diyorlar veya babamın adı Celâl, ama niye “Ello” diye de sesleniyorlar?

Acaba bu fark ettikleriniz hoşunuza gidiyor muydu, yoksa biraz rahatsız mı oluyordunuz?

Tam aksine, hikâyeler hoşuma gittikçe daha da fark eder oluyordum her şeyi. Amcamlar, halamlar birkaç apartman aşağıda oturuyordu ve evdeki bu bütün hava bana çok eğlenceli geliyordu.

Hep mi eğlenceliydi peki?


Hayır, hep değil. Mesela bu bahsi okulda, sokakta uzun bir zaman kimseye diyemedim. Korkuyordum. Anlatmamam gerektiğini hissediyordum. Çünkü benim babam o dönem bankacıydı ve Kürt olduğu için hep problemler yaşıyordu, bir şubeden başkasına gönderiliyordu. Ben de bunları zaman zaman duyuyordum.

‘Başhekim amcamı sürdüler’

Hatta bir gün babam çok sinirlenerek eve gelmişti. Otobüste Kürtçe konuştu diye oradaki bir yolcuyla mı ne, birbirlerine giriyorlar, otobüs duruyor; babam ve o yolcu indiriliyor. Babam o hırsla eve gelip anlatmıştı bize. O kadar sinirliydi ki...

Sonra yine mesela amcam Fevzi Avşar, Ankara’da bir hastanede başhekimdi. Onu da bu Kürtçülükten dolayı bir yerlere sürdüler. Bu arada hala kızlarım, amca çocuklarım hep Kürtçe konuşurlardı ve aksi bir durumu hep reddederlerdi, hep bir şekilde yumruklarını masaya vururlardı. Sürekli okuyan, sürekli tartışan insanlardı.

Ya siz?

Ben onlar gibi değildim. Babam bu meselelere üzülünce ben de çok üzülürdüm, ama her şeyi daha kenardan izlerdim.

Anneniz Türk olduğu için olabilir mi?

Kesinlikle. Bir kere evde başka kültürde biriyle daha yaşıyor olmak beni yumuşatıyor, daha orta bir noktaya çekiyordu. İkincisi, ben Ankara’da büyüdüm, ama kuzenlerim neredeyse liseyi bitirene kadar Hasköy’deydi. Dolayısıyla onların her şeyi benden daha yoğun yaşıyor olmaları normaldi.

Peki hiç aile içinde dışlandığınızı, anneniz Türk olduğu için “Sen bizi anlamazsın” havasını hissettiniz mi?

Hayır, hep çok sevdiler, hep arkamda oldular. Bir de benim babam çok dominanttı bu konuda. Yani aslında kendisi de uçtu, ama o uç noktalarını hep bizden saklardı. Özellikle şimdi şimdi fark ediyorum ki bizimle ilgili birçok şeye çok dikkat etmiş.

Uçluktan kasıt?

Koyu Kürttü. Yapılan hiçbir haksızlığı affetmiyordu. Taraftı yani. Yeğenlerini, ailedeki politik durumları, hepsini anlayışla karşılıyordu. Belki bıraksalar o da peşlerinden gidecek gibiydi.

Nereye gidecek gibiydi?

Benim ailem işin hep politik kısmındaydı. Onların amacı bir gün bu ülkenin başbakanının ağzından “Gelin dost olalım, ahbap olalım, kimse kimsenin canını yakmasın”ı duymaktı. Bütün gayretleri bugünler içindi. Yani son derece medeniceydi düşündükleri, ama içlerinde çok uçları da olabilir, sonuçta biz siyasi açıdan kozmopolit bir aileyiz.

Mesela hiç dağa çıkıp, bir bakıp, sonra ineni olmuş mudur?


Bizimki kadar büyük bir sülale için çok zor bir cevap bu; bilmiyorum.

Keşke bizimkiler ‘barış’ cümlesini asırlar önce keşfetseydi

Bu Türklük, Kürtlük mevzuları konuşulurken hiç kendinizi iki arada bir derede kalmış hissettiğiniz oldu mu?


Ne zaman hissettim biliyor musunuz; şimdi. Şimdi hissediyorum kendimi iki arada bir derede. Çünkü ben bugüne kadar hiç kimseye oturup bunları anlatmadım. Hayatımda çok yakınım olan biri iki kişi dışında ilk kez bu kadar anlatıyorum.

Çünkü bunları konuşmanız gerekmedi...

Hiç gerekmedi, ama şimdi öyle bir konuma gelindi ki, konuşmadığım takdirde reddediyor durumuna düşmek istemiyorum, konuştuğum zaman da taraf olmak istemiyorum. Saçma sapan bir durumdayım aslında ve kendimi ilk kez böyle hissediyorum. Mesela aslında ben Kürt-Türk diye konuşmak bile istemiyorum ve bu notumu da özellikle yazmanızı rica ediyorum.

Kim için?

Bütün sülalem için. Bu röportajı hepsi okuyacak ve ben kendi sülalemden çok çekinirim. Bir bilseniz, ben hâlâ amcamın yanında ayak ayaküstüne atmam, hâlâ amcam oturana kadar ayakta kalırım. O yüzden konuşurken bazı şeylere dikkat etmek zorundayım, ama tabii diğer yandan bir Türk olarak milliyetçi ruhum da ağır basıyor.

Nerede ağır basıyor?

Mesela yurtdışına çıktığımda. Benim pasaportumda Türk yazıyor ve ben de bir Türküm sonuçta.

Türk müsünüz, yoksa Türk üst kimliğini mi kabul ediyorsunuz?

Aslına bakarsanız bunları hiç düşünmemiştim, ama bu olayları kurcaladıkları için ben de ne olduğumu şimdi çözmeye başlıyorum. Hatta haydi gelin beraber çözelim. Gerçekten buyurun, çözelim. Ben şimdi neyim?

Tamam çözelim, ama önce isterseniz şunun yanıtını bulalım: Acaba sizin şimdi ben neyim demek durumunda olmanız iyi bir gelişme mi, yoksa kötü mü? Yani sizce insanların alt kimliklerinin öne çıkması iyi mi oldu; yoksa kimin ne olduğunun konuşulmadığı günler daha mı iyiydi?


Bence üçüncü şık... Yani şu: Yine eskisi gibi kimin hangi etnik kökenden olduğunun bilinmediği, ama bunun da yasak olduğu için değil, herkes kendi halinden mutlu olduğu için konuşmaya gerek duymadığı bir ülke. Bence en ideali bu ve mutlaka sonunda o noktaya da geleceğiz.

Ama şimdi rahatsızsınız?

Rahatsızım tabii... O yüzden de ben kimim, bana bir isim bulun lütfen. Yani şimdi iş öyle bir noktaya geldi ki tıpkı bizim Kars-Ardahan çekişmesine benzedi. Ardahanlılar artık biz Ardahanlıyız diyor. Ama bana sorduklarında ben yıllarca Karslıyım demişim, şimdi Ardahanlıyım demeye dilim dönmüyor. Oysa aslında benim için ikisi de fark etmiyor.

O zaman şöyle yapalım: Bugüne kadar ne diyordunuz?

“Türküm, ama bende Kürtlük de var” diyordum.

Bunun karşılığı “Kürt kökenli Türk” olabilir, ama bu arada sizde Türk köken de var.


Evet, hakikaten Türklük de var. O zaman mesela Kürt ile Türkü bir araya getirirsek nasıl olur kâğıt üzerinde... İkisinden ortak bir kelime çıkarsak...

Onun yerine şuna ne dersiniz; “Türkiyeliyim”?

(Yüzü asılıyor) Ne kadar itici; Türkiyeliyim... Nerede, yurtdışında söylenen bir şey mi bu? (Bir daha tekrarlıyor) “Türkiyeliyim...” I-ıh...

Peki ‘Ne mutlu Türküm diyene’deki Türküm hiç bugüne kadar aklınıza takıldı mı; içinizden hiç ‘Ama benim babam Kürt’ dediniz mi?

Demedim, çünkü o cümledeki Türkün hep bir üst kimlik olarak söylendiğini düşündüm. Ya da öyle düşünmek işime geldi, diyeyim. Okuldayken başka Kürt, Ermeni arkadaşlarım vardı, o zamanlar da bunu söylerken hiç “Aslında bize Türk ırkından olduğumuz söyletilmeye çalışılıyor” gibi algılamadık. Dediğim gibi; belki de öyle duymayı istemedik...

Ama şimdi bu bir rahatsızlık meselesi...

Kimin hatası peki?

Sizce?

Ben bu işin tarihini çok bilmem, ama bildiğim şu: Hani “barış” denen bir kelime var ya, o kelime aslında hep sadece lügatte vardı, kafamızda hiç olmadı. Bir şey yapmak istiyorsak bunu hep ancak silahla başarabileceğimizi düşündük. Türk-Kürt dahil... Biz aslında barış kelimesini daha yeni yeni yerleştiriyoruz dilimize. Bu kadar evlat öldükten sonra... Olan o gidenlere oldu. Hepsi nur içinde yatsın, ama içim o kadar acıyor ki... Keşke bizimkiler asırlar önce keşfetseydi şu kelimeyi...

Tereyağı-zeytinyağı birleşimiyim

Şimdi dönüp baktığınızda daha ziyade bir “Türk” olarak mı yetiştirilmişsiniz yoksa bir “Kürt” olarak mı; nedir teşhisiniz?


İkisi de değil, çünkü annem de babam da çok medeni insanlar oldukları için bizi hiç etnik ayrımcılık yaparak yetiştirmediler. Evet, Kürt kelimesi çok bildik bir kelimeydi bizim için, ama bu bir ayrımcılık anlamında kullanılmıyordu.

Mesela bizim evde en fazla şöyle geçerdi bu konuşmalar; annem babama derdi ki, “Leyla sana benziyor, Hülya bana”. Babam derdi ki, “Hülya’nın nesi sana benziyor, gözlere baksana, asıl Kürtlerin gözü renkli olur.” Annem de yanıt verirdi, “Aman sen de koca Kürt... Size mi benzedi yani bu gözler şimdi?” Kendi aralarında böyle konuşup gülerlerdi.

Peki siz kendinize ne diyordunuz o zamanlar?


Benim kendime ne dediğim de şöyle çıktı ortaya: Yine bizimkilerin aralarında bu tür konuşmaların olduğu bir gün ben yanlarına gittim, “Tamam sakinleşin. Kendimi bu saatten sonra bir melez olarak ilan ediyorum” dedim ve o espri öyle kaldı.
Hakikaten hâlâ kendimi bir melez olarak görüyorum. Çünkü bakarsanız anne tarafımda Giritlik var, Yörüklük var. Baba tarafım çok asırlar önce Kayseri Pınarbaşı’ndan göçen bir Türkmen aşireti. Göç ettikleri yerde Kürtlerle karışmışlar ve sonunda da iyice Kürtleşmişler.

Yani böyle karman çorman bir aileyiz biz. Daha doğrusu tam bir Anadolu’yuz. Ve doğrusu bu da benim çok hoşuma gidiyor, çünkü kimde iyi ne varsa onu seçip alabiliyorsun ve kendi kimliğini sen oluşturuyorsun. Etnik zenginliğin ne kadar çok olursa da seçme şansın o kadar fazla oluyor tabii.

Mesela siz babadan neyi seçip almışsınızdır?


Bizim Kürtlerde diğer pek çok etnik kimlikte eşine az rastlanır türde bir aile bağı vardır. Bu benim direkt benimseyip kendime seçtiğim bir özelliktir. İkincisi Kürtçe şarkılar. Her gün olmasa bile en az 15 günde bir mutlaka Kürtçe dinlerim. Ve buna ihtiyaç duyarım, çünkü öyle büyüdüm. Babam evde gizli gizli -bakın dikkat edin, gizli gizli diyorum- Kürtçe doldurttuğu kasetleri dinlerdi. Tanınmamış, o yörenin ozanları diyebileceğimiz kişilerin türküleri... Onlar benim en has parçalarımdı.

Peki anneden seçip aldığınız ne var?

Bu yörede (Balıkesir-Ayvalık) yaşamaktan çok keyif alıyorum. Denizi çok seviyorum. Otlarını, zeytinyağını çok seviyorum. Baba tarafımda da mesela keteye bayılırım. Asla vazgeçemem halamın yaptığı tereyağlı ketelerden... Ama burada ise daha hayatımda tereyağlı bir şey yapıldığını duymadım. Pilav dahi her şey Ege’de zeytinyağıyla yapılır. Bana bakarsanız, ben hem tereyağlı kete severim, hem de evde yemekleri zeytinyağlı yaptırırım.

İşte siz tam “Tereyağı ve zeytinyağı” birleşimisiniz demek ki...

Kesinlikle benim durumumun özeti budur. Ben meseleye Kürt-Türk diye etnik ayrımcılık yaparak bakmıyorum, ben bunu bir “tereyağı” ve “zeytinyağı” meselesi olarak algılıyorum. Benim için iki güzel kültürün iki güzel yanı. Ve eminim benim gibi milyonlarca böyle doğmuş, Kürt-Türk olmayı da böyle hisseden çocuk vardır Türkiye’de.

Kalp kırmayı, incitmeyi sevmezler

Galiba hala kızlarınızdan Yüksel Avşar, Katılımcı Demokrasi Partisi Genel Başkanı Şerafettin Elçi’nin yardımcısı?


Evet, ama Yüksel abla çok başkadır. Çok kafalı ve hakikaten çok özel bir kadındır o.

Bu kadar Kürtlüğü yoğun bir sülalenin içinde Türk gelini olarak anneniz neler yaşamıştır?

Bir kere zaten babamın ailesi Türk gelin istemeyiz, bizimkiler de (Arada sırada geçen bu “bizimkiler” sözü aslında bu söyleşinin öznesi; Avşar bu kelimeyi bazen Kürtler için kullanıyor, bazen Türkler için ve her seferinde de bunu hiç farkında olmadan yapıyor.) Kürt damat istemeyiz dediği için kaçarak evlenmek zorunda kalmışlar. Yoksa son birkaç evliliğe kadar Avşar ailesindeki tek Türk gelin benim annemdi.

Orada da başka bir mahalle baskısı var yani?


Mahalle baskısı demeyelim, ama mesela annemin yanında hep Kürtçe konuşurlardı. O kadar ki annem artık Kürtçeyi anlar hale gelmişti.

Sizin anne tarafınızın baskın gelip Kürtlere öfkelendiğiniz oldu mu?


Olmadı, ama bir tek şunu hissettim, bu da çok özel bir şeydir. Babamlar 14 kardeş ve anneme halalarım biraz kötü davranmışlar. Bu zamanında olmuş, ama annem de bunu hiçbir zaman unutmamış. İşte bu durum bana biraz şey gibi yansırdı...

Türk-Kürt meselesi gibi mi?


Evet, öyle yansırdı. Yani annem Türk kızı olduğu için ona iyi davranmadıklarını düşünürdüm. O zaman da hırslanırdım tabii. (Gülüyor) Onun dışında ise hiçbir Kürdün yanında Türklüğüm incitilmedi, hiçbir refleks göstermem gereken durumla karşı karşıya bırakılmadım. Bilmiyorum, belki de annemden dolayı benim yanımda konuşmuyorlardı, kalbimi kırmamak için...

Zaten Kürtler, özellikle Avşarlar kalben o kadar yumuşak insanlardır ki. Aralarında büyüdüğüm için söylüyorum; öyle sert göründüklerine bakmayın... Kalp kırmayı, incitmeyi sevmezler, birlikte yaşamaya saygı gösterirler. Bence şimdi tam da bunun zamanı zaten. Yani Doğu’dakilerin bu güzel özelliklerini artık daha fazla ön plana çıkarma, Batı’dakilerin de önyargılarını bırakıp aslında oradaki insanların da uyumlu, iyi insanlar olduklarını görme zamanı...

Devrim Sevimay/Milliyet

 
3. köprüde korkunç senaryo
 
'Saka ve Konak fişlendi'
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
3. köprüde korkunç senaryo
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi: İstanbul, 3. köprüyle 20 milyona yükselir
Kürt sorununda 'lord' reçetesi
Lord John Alderdice: IRA'yı süreç dışı bırakmak bize 15-20 yıl kaybettirdi.
Bakana gitti, görevden alındı
Ergenekon sanığı emekli albay: Ali Coşkun’u ziyaret ettim, görevden alındım!
 
‘Topbaş 3. köprüye karşıydı'
Kadir Topbaş'ın eski danışmanı Prof. Dr. Kaptan, 17 aylık suskunluğunu bozdu.
Kanadoğlu'na 'dokunmayın'
İddianamenin ekinden, savcıların, Kanadoğlu için yazdığı 'dokunmayın' talimatı çıktı.
Vekilden bakana çorap açılımı
Agah Kafkas, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Özak'ı çorapsız karşıladı.
 
Evlerden cephanelik çıktı!
Krokilerden yola çıkarak yapılan kazıların polis kamera kayıtları ortaya çıktı.
7.2’lik deprem geliyor VİDEO
İstanbul depremiyle ilgili araştırmalar yapan 15 bilim adamının ortak feryadı...
Bakanlığı yalanlayan belge
İsmailağa cemaati soruşturmasını başlatan Erzincan Başsavcısı Cihaner'e soruşturma.
 
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ANKET
Türkiye'nin aktif dış politikasını nasıl buluyorsunuz?

Doğru Buluyorum
Yanlış Buluyorum
Fikrim Yok

Sonuçları göster Anket arşivi
ARŞİV
Ana Sayfa Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Haber Yorum Spor
KünyeKünye FacebookFacebook TwitterTwitter Günün HaberleriGünün Haberleri